"Sarı Lira Gibi Ömrümüz
Yaşamak değil bizi bu telaş öldürecek,
Bırakın Paris'te ılık rüzgârlarla
Taratmayı saçlarımızı,
Sevgilimizle doyasıya sohbet bile edemedik biz,
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı,
Aranacak adamlar, yapılacak işler,
Bir sonraki günün telaşı,
Bir öncekinin terine bulaştı,
Başkalarının hayatı bizimkini aştı,
Kör karanlıkta çalar saat sesi,
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu,
Veya yavuklu öpücüğü ile uyanma düşlerini,
Hababam erteledik,
Bırakın Paris'te ılık rüzgârlarla
Taratmayı saçlarımızı,
Sevgilimizle doyasıya sohbet bile edemedik biz,
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı,
Aranacak adamlar, yapılacak işler,
Bir sonraki günün telaşı,
Bir öncekinin terine bulaştı,
Başkalarının hayatı bizimkini aştı,
Kör karanlıkta çalar saat sesi,
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu,
Veya yavuklu öpücüğü ile uyanma düşlerini,
Hababam erteledik,
20’li yaşlardan 30'lara kurduk saatin alarmını.
30’lardan 40‘lara, sonra 50’lere
Öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyuma imkanı sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize,
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek
İmkânına kavuştuğunuzda,
Söyleşecek sevişecek kimse kalmıyor yanınızda
Özenle yarına sakladığınız
Bir sarı lira gibi ömrünüz,
Vakti gelip te sandıktan çıkarttığınızda,
Birde bakıyorsunuz ki
Tedavülden kalkmış…"
Can Dündar
Yaşlandığımda bunları söylememeyi
diliyorum….
Hayat felsefesi bu olmalı bence insanın.
Yaşamın sırrı kesinlikle bu, arayışlar boş…
Sıcak bir yuva, ailene vakit ayırabilmek,
onlar yanındayken kıymetini bilmek, bir sofrada buluşup herhangi bir şeyi
birlikte sohbet ederek yemek.
‘Ne zaman emekli olacağım’ hesaplarıyla
bugünü ıskalayıp, hevesleri hep yarına ertelemeden, ‘şimdi’ yi yaşamak.
Hani denir ya “mutluluk ulaşılacak bir
hedef değil yaşamdaki tüm sürecinizdir” diye. Bunu pusula edinmeli.
Her şeyin başlangıcı mutlu olmaya niyet
etmek. Amaç mutlu olmak olduğunda insan bunun ne anlama geldiğini daha iyi
anlıyor.
Her günün bize sunulan bir armağan olduğunu
bilmek, sahip olduklarına şükretmek duygusu insanın içini doldurabiliyor.
İşte bu kadar basit! Bazen işler ters
gidebilir ama sonuna gelindiğinde, bunu niye yaşadığını anlayacak sürprizler
karşılıyor insanı.
Öyle insanlar var ki 30 yılı devirmiş
çalışarak ama o koşuşturma ve hırsla nice mutlulukları kaçırmış.
Üzülüyorum aslında böyle insanlara şahit
oldukça… Dışarıda deli gibi akan bir hızla her şey bizi ayrı bir taraftan
çekiştiriyor.
Para, hırs, kariyer, yapılacak işler vs.
Kendimizi unutmuyor muyuz? Durup bir
dinlesek aslında kendimizi, neler söyleyecek içimiz bize kim bilir… Bu hikaye
bunu çok güzel anlatıyor..
Saatler geçer, yerliler yine kendi aralarında konuşup yola koyulurlar ve tepeye varıp İnka tapınaklarına ulaşırlar.
İçlerinden bir arkeolog, yaşlı rehbere sorar, “ Niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? Bir anlam veremedim. ” Yaşlı rehberin verdiği cevap ise;
“Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder